Sosyal medyanın bu kadar etkin olduğu bir ortamda neyi ne kadar saklayabilirler?
Mesela devletler mi daha etkili, şirketler mi?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra saldırgan savaşa müsamaha gösterilmeyecek bir dünya düzeni çağrısı yapılmıştı. Siyonist saldırganlık karşısında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin alınan kararları engellemesi bu kurumun varlığını, etkisini ve yapısını tartışılır hale getirdi. Cumhurbaşkanı “Dünya beşten büyüktür” demekle hep bu olumsuzluğa dikkat çekti. ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin. Bunlar “altın hisse” sahipleri hep. Bunlardan yalnız biri bile 196 oyu sıfırlayabiliyor.
Bu kadar haksızlıkların oluştuğu bir dünyada insanlar haklı olarak soruyor:
Uluslararası hukuk, ne zaman ABD, Batı ve İsrail’e kurban olmaktan kurtulacak?
Dünyayı iletişim şirketleri mi yönetecek?
Biyolojik savaşlar nasıl önlenebilir? Yeni asker “Yapay Zeka” mı?
Uluslararası siyasete hangi araçlarla müdahale edilebilir?
Dünya düzeninin değişmesinde dinin ve tarihsel kimliklerin rolü nedir, ne olmalıdır?
11 Eylül 2001 sonrasında Batı merkezli bir dünya düzeninin öne çıkmasına şahitlik ettik.
İşte bu olaydan sonra dünyada çok kutuplu gelişmeler gösterdi. Şimdi BRICS rüzgarları esiyor. BRICS’e bir NATO üyesi ortak olursa tepkiler neler olur acaba?
Tüm bunlar olup biterken İslâm dünyasının gücünün farkına varması ve hegemonyadan kendisini kurtarmaya çalışması gerektiği bir kez daha anlaşılmaktadır. Gerçi İslam dünyasında bu uyanış 20.yüzyılın son çeyreğinden itibaren fark edilmeye başladı ama henüz arzu edilen etkinliye gelmedi. Yer altı zenginlikler, beşeri sermaye, nüfus, para hep bu blokta. Eğer iyi değerlendirilirse önemli bir güç.
Batılılar dünya üzerindeki zorba yönetimleri için tek mukavemet unsurunun Türkiye olduğunu gayet iyi biliyorlar, o yüzden Türkiye’yi İslâm dünyasından yalıtmak için ne gerekirse yapıyorlar. İşte Türkiye, küresel güvensizlik tehlikesi altında kendi geleceğini belirlemek için uzun zamandır birtakım adımlar atıyor. Yıllardan sonra ilk defa dışişleri bakanı Batı’ya davet edildi.
Mevcut küresel ortamda engeller kadar fırsatların da bulunduğu açıktır. Türkiye Batı ile çok kutuplu dünyanın aktörlerine eşit mesafede bir diplomasiyi öne çıkarıyor. Bölgedeki komşularıyla ve genel olarak İslâm dünyasıyla mümkün olduğunca pozitif ilişkiler kurmak isteyen Türkiye’nin dış politikasında birtakım farklılaşmalar göze çarpıyor. Mısır, Körfez ülkeleri ve Türkiye çatışmanın büyümesini istemeyecek olan muhtemel aktörler konumunda. Türkiye-Mısır yakınlaşması ve Ankara-Şam diyalog çabaları da olası savaş ihtimaline karşı bölge aktörlerinin ön alma çabaları şeklinde okunabilir. Libya, Mısır, Suriye, Türkiye hinterlandı oldukça önem kazandı. Doğu-Batı bağlantısı kurulurken Türkiye’nin önemi asla ve asla yadsınamaz.
Eğer üçüncü dünya savaşından kastedilen normal askerî bir harekât değil de kimyasal silahlarla yapılacak eylemlerse bu bir savaş değil bir küresel cinnet olayıdır ki bu yola girenler insanlığı kırarken kendisi de intihar ediyor demektir. Şu anda Gazze’de yaşananlara bakınca Batı’nın çıkar hariç, başkaca bir ilke düşündüğünü hesaplamak biraz saflık olur.
Dünya düzeninin geleceği kesinlikle belirsiz fakat dış hatları insanların mücadelesi ile liderlerin cesaret ve yaratıcılıklarıyla şekillendirileceğinden, tartışmaya girmek ve bunu kararlılık ve eylemle sürdürmek için her türlü gerekçe mevcut.
Evet, ülkeler arası ilişkiler çıkar-menfaat üzerine bina ediliyor ama iyi oyun kurucu olmak için, büyük ve çok yönlü düşünmek gerekir herhalde.
Neticede siyaset de imkânlar sanatıdır ama genellikle imkânsızı başarma sanatıdır diyor siyasi analistler. Sefer ve zafer oldukça farklıdır.