Rahmetli Hacı Fethi babam ve Hacı Birgül annem hep derlerdi, ” Kimsenin malına tenezzül etmeyin ve asla yalan söylemeyin. Bu iki olayda bütün kötülüklerin kaynağıdır ”
Canım annem ve babam ne güzel söylemişler ve bu güzel iki nasihati 4 kardeşin en büyük rehberi olmuştur.
Çocuk dimağımız, Hacı Fethi babamızın ve Hacı Birgül annemizin yalanın ve hırsızlığın ne pis bir illet olduğunu o güzel sözleri ve uyarılarıyla donanmıştık.
Birilerine ‘yalancının teki’ demesi, onun hakkında verilmiş en kötü hüküm olurdu. Bizim de yalancıdan uzak durmamızı isterdi canım hacı annem ve hacı babam…
Hırsızlık ve Yalan üzerine dünya kuranların geleceği olamaz değerli okurlarımız.
Bazen kazanıyor görünseler de neticede mutlaka hüsrana uğrayacaklar!
Özellikle emek hırsızlığı yapanların, başkalarının alın terini sömürenlerin yıkıldıklarını ve yıkılacaklarını görürsünüz.
Hadîs-i şerifte yalanın ve hırsızlığın ne kadar kötü gösterilmesini çoğumuz okumuşsunnuz. “Gerçek manada iman büyük günahlar ile bir arada olabilir, fakat yalan ve Hırsız ile bir arada olmaz.”
İşte hadiste, yalanın ve hırsızlıktan daha büyük olduğunun vurgulanmasından ziyade, onun küfrün temelini teşkil eden karakterine işaret edilmiştir.
Şimdi, yalan ve hırsızlık yapan insanın ne kadar zor bir durumda olduğunu, okuduğum bir, Çin hikayesini yazarak yazımı sonlandıracağım…Yalan söylememiş ve hırsızlık yapmamış yoksul bir adam, o kadar aç ve bitkin düşmüş ki, dayanamayıp bir armut çalar. Adamı yakalayıp cezalandırılmak üzere İmparator’un karşısına çıkarırlar.
Yoksul adam, İmparator’u görünce ona şöyle der;
“Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak…”
İmparator dudak büker; “Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?”
Yoksul adam, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır ve; “Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz..”
İmparator kahkaha atarak; “Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni..” dedi.
Yoksul adam; “Haşmetlim bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu ancak, ömründe hiç çalmamış,
haksızlık yapmamış,
yalan söylememiş ve hırsızlık yapmamış, biri ekebilir.
Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür.
Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz.”
İmparator irkildi, suratını astı, bir süre düşündü, sonra hırçın bir sesle;
“Ben İmparator’um bahçıvan değil, o tohumu Başbakana ver eksin de altın meyveleri görelim” dedi.
Yoksul adam, tohumu başbakana uzatınca Başbakan telaş içersin de İmparator’a dönüp itiraz etti. “Ben ekim biçim işlerinde çok beceriksizim efendim, sihirli tohumu ziyan ederim.
Bence bu tohumu Hazinedar başı eksin.”
Hazinedar başı da hemen bir bahane buldu ve bu görevi başkasına devretti.
Bir bir orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohum ekme görevinden kaçındılar.
Sonra İmparator, doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşündü. Başı önünde Başbakana, Hazinedara ve bütün görevlilere dik dik baktı ve;
“Hadi bakalım bu yoksul hırsıza tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim” dedi. Cebinden bir altın çıkarıp yoksul adamın tutması için attı.
Herkesin ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini izledi.
Sonra da gülerek;
“Bas git buradan be adam, bugünlük bu ders hepimize yeter.” dedi.
Saygılarımla…