Aşırı yoğunluk yüzünden bir aya yakın bir zaman yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Bu zaman zarfında bayağı hareketli günler yaşadık. Neredeyse gündemin nabzı bir an olsun inmedi. Gerek siyasi gerek ekonomi gerekse toplumsal düzeyde hepimizi yakından etkileyen olaylar yaşandı.
Öncelikle İstanbul Düzce depreminde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
Ancak görünen o ki bu ne ilk, ne de son olacak. Günlerdir uzmanlar tarafından yapılan uyarılar maalesef yine kulak arkası yapıldı. 1999 Marmara Depremi’nden zerre ders çıkardık mı?
Tabi ki de hayır!
Niye?
Çünkü aradan 23 sene geçmesine(arada yaşanan depremler de unutulmamalı) rağmen deprem hattı üzerinde bulunan İstanbul için, uzmanlar tarafından son aylarda deprem olacağı uyarıları yapılmasına rağmen; yine değişen hiçbir şey olmadı. Bundan sonrası için de değişeceğini söylemek büyük bir muamma.
Depremin ardından yapılan açıklama sonrası Düzce, deprem bölgesi ilan edildi. Üzücü olay sonrası bölge halkına yardım için seferber olundu, dört elle yardımlar yapıldı. Evleri yıkılanlara yeni konutlar yapılacağı da söylendi. Ancak gözden kaçırdığımız bir mesele var.
Depremi bizzat yaşamış biri olarak bazı gözden kaçırılan konulardan naçizane bahsedebilirim. Çünkü 24 Şubat 2020 tarihinde 20.55’te merkez üssü Sivrice ilçesinin Çevrimtaş köyü olan; Kandil Rasathanesi’nin 6.4, USGS’nin ise 6.7 olarak açıkladığı depremde çok sayıda bina yıkılmış bir o kadar da ağır hasar meydana gelmişti.
Hemen seferber olundu, yardımlar yapıldı, ihtiyaçlar giderildi. Kısa zamanda her şey hallolmasa da büyük bir dayanışma örneği yaşandı. Eleştirilecek yanları çok fazla ama olduktan sonra, depremin düzelmesine sebep olmayan eleştirinin de bir faydasının olmayacağına inanıyorum.
Dayanışma, birlik olma noktasına kadar iyi güzel de keşke şu felaketleri, doğa olaylarını yaşamadan önce tedbirimizi alabilsek; hem can kaybı yaşanmaz hem de maliyeti az olur.
İlimizde deprem olduktan sonra anlaşıldı ki evlerde ve dükkânlarda, alan genişletebilmek için binanın destek kolları olan kolonlar yıkılmış. Sırf alan açmak uğruna vatandaşın yapmış olduğu bu bilinçsiz davranış birçok işyeri ve meskende görüldü. Çarpık yapılanma, kat sayılarının dikkate alınmaması, deprem yönetmeliğine uygun olmayan yapılanma, yaşını almış binalar…
Bu da gösteriyor ki deprem hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz ya da bu konuyu çok fazla ciddiye almıyoruz. Diğer yandan il yöneticilerinin bazı teftişler yapması, uygun olmayan binaların depremden sonra değil; depremden önce tespit edip oturmalarına müsaade edilememesi şart.
Bizler depremden sonra bir şeyler hakkında konuşuyoruz. Medyada haberler dönüyor, işin uzmanları açıklamalarda bulunuyor, Siyasiler boy boy ekranlarda açıklamalar yapıyor ama iki gün sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi rutine bağlamayı da seviyoruz.(Maden kazalarında da olduğu gibi…)
Hâlbuki ki deprem/kaza öncesi önlem alınıp, gerekli tedbirlere harcama yapılsa deprem/kaza sonrası kadar maliyetli olmaz. Cana zaten paha biçilemez. Mal elbet yerine bir şekilde koyulur ama ya giden canlar…
Ya geride kalanlar!
Düzce deprem bölgesi ilan edildi; olması gereken de buydu. Aynı şekilde ilimiz içinde olması talebinde bulunmamıza rağmen maalesef kabul edilmemişti. Bu konudaki kırgınlığımı dile getirsem de değişen bir şey olmadıktan sonra pek de bir anlamı olmuyor.
“Umarım bu son olur.” demekten de öteye gitmiyor.
Geçen haftanın en çok konuşulan ve şaşırtan konusundan bahsetmeden yazıyı bitirmek olmaz!
BİM Marketleri İcra Kurulu Üyesi Galip Aykaç, öyle bir konuştu ki; söyledikleri yenilir, yutulur cinsten değildi. Konuşmanın öncesinde yapmış olduğu bazı imalardan dolayı MHP Genel Başkan Yardımcısı, MHP İstanbul Milletvekili E. Semih Yalçın tarafından cevap gecikmedi ve twitter üzerinden karşılık niteliğinde paylaşım yaptı. Yaptığı 6 paylaşımdan özellikle 2,3, ve 5’teki sözler üzerinde durup; biraz düşünmek lazım.