AKIL, İYİ VE KÖTÜ OLANI BİLİR; DİNE NE GEREK VAR!

Soru şu: “İnsanlar, din/elçiler olmadan da akıllarıyla iyiyi ve kötüyü bulabiliyor ve medeniyetler kurabiliyor, o halde elçilere (dine) ne gerek var?

Eğer cevap olarak -Eşarilerin iddia ettiği gibi- “iyi ve kötü akılla bilinmez; mutlaka din/elçiler gereklidir” deniliyorsa, o zaman şu soru sorulur: Peki, elçiler gönderilmeyen toplumlar varsa, onlar nasıl sorumlu olacaklar? Yahut nasıl oluyor da akıllı işler yapabiliyor?

Bu sorulara sağlıklı cevap verebilmek için fıtrat-din-akıl kavramlarının birbirlerine olan ilişkileri üzerinde durmak gerekir. Şu ayet, konuya açıklık getirmektedir: “Ey Resulüm! Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah’ın insanları yaratmış olduğu fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değişme olmaz. Dosdoğru din budur. İnsanların çoğu bilmiyorlar (akıllarını kullanmıyorlar).” (30/30)

Görüldüğü gibi, dine uymak, fıtrata uymaktır. Şirk koşmaksızın, yaratıcıyı (mülkün sahibini) tanımak ve talimatlarına uymak, fıtratın (yaratılışın) gereği ve dinin emridir. Dolayısıyla dine uymak, fıtrata uymaktır. Din ve fıtrat, akla emanet edilmiştir. Fıtratın/dinin sağlıklı kalması için akıl aktif halde olmalıdır. Aktif halde olan salim bir akıl, dinin, fıtratın bir gereği olduğunu bilir ve dinin talimatlarına uyarak hayatını idame ettirir.

Peki, din/elçi olmadan, insan aklını işleterek, fıtrat yasalarına uyamaz mı? İyi ve kötüyü, faydalı ve zararlı olanı bilemez mi?

Elbette salim bir akıl, din/elçi olmadan da fıtrat yasalarına uyarak İyi ve kötüyü, faydalı ve zararlı olanı bilir. Hatta fıtrat yasalarına uyarak adalet üzere hareket edebilir ve medeniyet inşa edebilir. Tarihte örnekleri de vardır. Peki niçin din/elçi gereklidir?

Sorunun cevabına geçmeden önce, dinin özünün ne olduğunu hatırlamak lazımdır. Dinin özü, Yaratıcıyı (rab ve mülk sahibi olanı) hakkıyla tanımak, şirk koşmamak (O’nun mülküne kimseyi ortak etmemek), yeryüzünde bozgunculuk yapmamak (sünnetullahı, ilahi nizamı korumak), takvalı davranarak (sorumluluklarının bilincinde hareket ederek) salihat yapmak (ıslah ve imarda bulunmak), hasenat işlemektir (iyi ve yararlı olanı yapmaktır.)

Dinin özünü öğrenmek isteyenlerin, Allah ile insanlar arasında hukuki bir sözleşme metni olan Kur’an’a kulak vermeleri gerekir. Kur’an’a kulak verdiklerinde, “din” olarak gönderilen ilkeler ile fıtrata atılan formatın örtüştüğüne şahit olacaklardır.

Fıtratın yanı sıra, din şu sebeplerle gereklidir:

1.Allah; alemlerin Rabbi, tek İlah, mülkün ve din gününün sahibi olduğunu göstermek için din/elçi gönderir. Yaratan, fıtratı donatan ve din/elçi gönderenin kendisi olduğunu kanıtlar. İnsanlar iyi ve kötüyü bilseler de bilmeseler de Allah, ilahlığının gereği olarak kendine düşeni yapacaktır. Bunu yapmayan bir varlık, nasıl mülk sahibi (Allah) olacak! Onun içindir ki Allah, doğru yolu göstermeyi kendine vacip kılmıştır.

  1. Hesap günü insanlar sorguya çekildiklerinde mazeretlerinin kalmaması için önceden sorulacak soruların (dinin) kendilerine bildirilmesi gerekir. Adalet gereği, sorular/sorulacaklar dünya hayatında belli olmalı ki ahirette sorulabilsin. (43/43) Devletlerde de böyledir; ilkin kanunlar halka bildirilir, sonra kanunlara uymayanlar cezalandırılır. İşin tabiatı budur.
  2. İnsan fıtratına yüklenen değerler ile dinin kaynağının aynı/tek olduğunu ortaya koymak ve dinin fıtri/doğal olduğunu bildirerek motive etmek.

İnsanlar, fıtratlarına yerleştirilmiş olan akılla, (sağlıklı bir akli muhakeme ve vicdan terazisi ile) zaten iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlı olanı bilmektedirler. Allah (kanun koyucu) da insanlara emirler ve yasaklar gönderirken zaten aynı ilkeleri, yani maslahat ve mefsedeti gözetir. Dolayısıyla Allah, insanların nasıl davranması gerektiğini önce fıtratlarına kodlar, yerleştirir, sonra da fıtratlarına yerleştirileni vahiy (din) göndererek takviye eder.

  1. Halkın dilinde “kalu bela” olarak bilinen tanıklık (ki o diyalog mecazidir) (7/172), insanoğlunun, doğuştan kendisine yükletilen ruhla, yüce yaratıcıya (mülkün rabbine) inanması ve iyi-kötüyü (faydalı ve zararlıyı) ayırt edebilme imkanı sağlanmıştır. Bu diyalog ve tanıklık, insanoğlunun fıtratına yerleştirilen ruh/enerji ile dinin ruhunun (mesajının) kaynağı ve hedefinin aynı olduğunu gösterir. O bakımdan salim akıl sahipleri, akıllarını aktifleştirir ve başkalarının etkisinde kalmazlarsa, bir Kitap’a sahip olmasalar bile istikamet üzere yürüyebilirler.
  2. Din/elçi gönderilme nedenlerinden biri de insanların doğuştan (fıtrat olarak) sahip olduğu değerleri doğru kullanıp kullanmadıklarını test etmektir. Dinin temel kaynağı olan Kitap, bir mizandır. Fıtratın bozulup bozulmadığı bu kitapla ölçülmelidir. Kitap’a sahip olanlar, Kitap’ın verdiği mesajı doğru anladıklarında, fıtratlarının değişip değişmediğini ve aynı zamanda Kitap’ın söyledikleri ile fıtratlarının (salim akıl ve vicdanlarının) söylediklerinin örtüşüp örtüşmediklerini rahatlıkla göreceklerdir.
  3. Bu konuyla alakalı bir soru da şudur: Kendilerine elçi/Kitap (din) gönderilmeyen ve ayrıca elçi/Kitap gönderildiği halde Kitapları korunmayanlar nasıl ve neye göre sorumlu tutulacaklardır? Hatta “Kur’an korunmuş ise, diğer kitaplar niçin korunmadı?

1.Elçi/kitap gönderilmeyen toplumlar, fıtratlarına yüklenen değerler ve dünyadaki kazanımları ölçüsünde sorumlu olacaklardır. Zira Allah, adaleti gereği, her insanı gücü ve imkanları nispetinde sorumlu tutar.

2.Kitapları tahrif edilmiş kimseler de yine kendilerine kitaptan ulaşan rivayetleri, fıtrat ölçülerine tabi tutarak değerlendirmelidirler.

“Kur’an’ın korunduğu, Tevrat ve İncilin niçin korunmadığı” mevzusu ise, sıkça sorulan sorulardan biridir.

Öncelikle bilinen şudur ki milattan önce, hatta milattan üç-beş yüz yıl sonrasına kadar yazılı metinler pek bulunmamaktaydı. Bütün nebiler, kendilerine vahyedilenleri sözlü olarak hitap ediyorlardı. Muhammed as, kendisine indirilen vahyi birkaç arkadaşına ezberletti. Vefatından sonra, ezberlenerek muhafaza edilen vahyi, arkadaşları Mushaf haline getirdiler. Belki de o hitap/vahiy, “son Kitap” olduğu için Allah onu böylece muhafaza etti.

Şunu da belirtelim ki “Mushafın metni” korunmuş olarak elimizde durmasına rağmen, anlam ve maksadı büyük ölçüde -rivayetlerin gölgesinde- tahrif edilmiştir. Mushafı Kur’an’a dönüştürmek (gereği gibi okuyup anlamak) ve kıyamete kadar hidayet kitabı yapmak, her aklını kullanan Müslümanın temel vazifesi olmalıdır.

Hülasa, Yaratıcı Rab, insanları temiz fıtrat üzere yaratmakla yetinmemiş, onlara elçi/kitap (din) göndererek fıtratlarında olanı takviye etmiştir. Kitap’a ulaşanlar, Kitap’ın talimatlarına göre hareket etmelidirler. Kitap’a ulaşmayanlar da fıtratları gereği, imkanları ölçüsünde sorumluluklarını sürdürmek zorundadırlar. Unutmamalıdır ki her insan, kendisine verilen imkanlar ve nimetler oranında sorumludur.

Selam ve muhabbetlerimle…

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
AKIL, İYİ VE KÖTÜ OLANI BİLİR; DİNE NE GEREK VAR!

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin