BİREYSEL VE TOPLUMSAL DEĞİŞİMİN YASASI

“Bir toplumun fertleri kendi hallerini değiştirmedikçe, Allah o toplumun gidişatını değiştirmez.” (13/ 11)

Bu ayet, kainattaki determinizm denilen sebep-sonuç yasasını ortaya koymaktadır. Kainatta her oluş bir yasaya bağlı kılınmıştır. Hiç bir boşluk ve düzensizlik yoktur; her şey (canlı-cansız) bir kaderle, ölçüyle hareket etmektedir. Bu, Allah’ın kainatta yerleştirdiği kader, yani ilahi yasadır. Bu yasaya göre ne ekersen onu biçersin. Buğday eken mısır bekleyemez. Günah işleyen sevap, zulüm işleyen adalet bekleyemez. İnsanlık ve ahlak dışı hareket edenin insanlık bekleme hakkı yoktur. Kendini değiştirmeye kalkan değiştirilir. Çalışan kazanır. Allah’ın verdiği akıl ve iradeyi hangi yönde kullanırsan, ona göre karşılık görürsün.

Bu ilahi sistemin dini ve ahlaki boyutu olduğu gibi dünyevi (emperyal) boyutu da vardır. İster bireysel ve toplumsal, ister devlet bazında olsun, hangi erk dünyalık elde etmek için çalışırsa karşılığını alacaktır. Yeter ki İlahi sisteme göre hareket etsin… Bugün “süper devletler” olarak bilinen devletler, durup dururken veya Allah’a çok yakın oldukları için güç kazanmadı; sistemli çalışarak güçlü hale geldi. Geri kalmış ülkeler de Allah’a çok uzak oldukları için değil, İlahi yasaya göre çalışmadıkları için geri kaldılar. Demek ki emperyalist hedefler peşinde koşup süper güce ulaşanlar da İlahi yasa kapsamında kazanmaktadırlar.

“Kim bu dünyayı isterse, çalışmasının karşılığını veririz; ama ahirette onların hiçbir nasibi yoktur” ayeti, ahireti dikkate almadan çalışanların dünyadaki kazanımlarının zayi olmadığını ifade etmektedir. Evet bu, sünnetullah denilen Allah’ın değişmeyen kanunudur.

Dini ve ahlaki boyutta da toplumun fertleri, kendi nefislerini, çabalarını ve tüm hayatlarını vahiy ve basiret merkezli inşa ederlerse, Allah da onlara yardım eder ve onları muvaffak kılar. Tersi yönde hareket edip, öz benliğine yabancılaşırlarsa, vahye göre hareket etmeyip, basiretlerini kaybederlerse, Allah da onlara yardım etmez ve onları muvaffak kılmaz. Bu Allah’ın değişmez bir yasasıdır; sünnetullahtır.

İnsanlar dilediklerini yapmakta elbette özgürdürler; ancak Allah; nasıl inanacaklarını, kime ve nasıl ibadet edeceklerini, neleri yapması ve nelerden kaçınmaları gerektiğini vahiyle açıkça belirtmiştir. İnsanlar bu ilkelere kulak verir, inanır ve gereğini yerine getirilerse, dünya ve ahirette mutlu olurlar; aksi takdirde dünya ve ahirette zelil olurlar. Bu bir yasadır ve sebep-sonuç (sünnetullah) ilişkisine göre çalışmaktadır.

İnsanlar, seyyiat denilen olumsuz yönde kendilerini değiştirmeye kalkarlarsa, Allah’da onları bu fırsatı verir ve değiştirir. Hesenat denilen olumlu yönde, iyiliğe yönelik çalışırlarsa, Allah da onlara yardım eder ve onları başarılı kılar. Seyyiat da hesenat da kendi iradelerine bağlıdır. Bu değişim bireysel olduğu gibi, aynı zamanda toplumsaldır. Bir toplum; yasaları, liderleri, yöneticileri, idarecileri ve çalışanlarıyla topyekun hak, adalet ve ehliyet esaslarına göre çalışırlarsa, Allah onlara bahşettiği nimetleri artırarak vermeye devam eder ve medeniyetlerini yükseltir; ancak tersi olursa, o zaman da Allah, onlardan nimeti alır ve zelil bir hayat içerisinde bırakır.

“Bir toplum kendisini değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimeti değiştirecek değildir. Allah, her şeyi duyandır, bilendir.” (8/53)

Allah, kullarına sayısız nimet vermektedir. Allah kullarına verdiği nimetleri durup dururken sebepsiz yere geri almaz. İnsanlar, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmez, israf edip gerekli olan yerlerde ve gerektiği gibi kullanmaz, “ben kazandım” diye havalara girip nimet sahibini unutur, şımarır, sonra da bu nimetleri daha çok servet elde etmek, güç ve iktidar kazanmak, zulüm ve kötü yollarda harcamak üzere kullanırsa, işte o zaman nimetler geri alınır, onun yerine her türlü sıkıntı, mahrumiyet ve musibet verilir ve failleri de cezalandırılır; çünkü nimet ve imkanları kötü yolda tüketenler, kendi benlikleriyle ve öz değerleriyle yabancılaşmış ve Allah’ın yasasını çiğnemişlerdir.

Bilinmelidir ki Allah, her bir insana sorumluluk yüklemiş, bu sorumluluğun (çabanın) yerine getirilip getirilemeyeceğine bakarak değişimi gerçekleştirir. O bakımdan dünya ve ahiret mutluluğunu istiyorsak, her birimiz kendimize düşen görevleri yerine getirmemiz lazım. Hiç kimse sorumluluğu başkasına, hele kadere asla atmaması gerekir. Adaleti zalimlerden, tembelliği Mehdi’den beklediğimiz ve suçu kadere attığımız sürece sıkıntılardan kurtulup huzura kavuşamayız. Bakın Kur’an şairi M. Akif bu konuda ne güzel söylüyor:

“Kadermiş” öyle mi haşa bu söz değil doğru,

Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu,

Talep nasılsa tabii netice öyle çıkar,

meşiyyetin sana zulmetme ihtimali mi var!

“Hiç kimsenin hiç kimseye bir şey ödemeyeceği, kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım göremeyeceği günün (dehşetinden) korunun” (2/48)

Allah, yasalarını böyle açıklarken, bazı kimselerin hala cahiliye kırıntılarıyla hareket edip kendi çabasına önem vermemesi, yanlışı başkalarında araması, sorumluluğu ötekine atması, sürekli karşısındakini eleştirmesi, kendisinde olanı görmeyip başkasında olanı görmesi, hak ve adaleti başkalarından beklemesi kabul edilemez.

Kendini sorgulamayıp başkalarını sorgulayanalar, zor olanı değil, kolay olanı tercih etmektedirler. Bunlar, kolay olanı yapmayı alışkanlık haline getirenlerdir. Bunlar, kendilerine düşeni yerine getirmeden oturdukları yerde bol bol dua eder, başkalarından yardım ister, kendilerince kurtarıcı olan mehdi ve Mesih bekler, aziz ve kutsal kabul ettiği bazı şahıslara sığınır, onlardan yardım ve şefaat bekler ve onlar aracılığıyla kendilerini dünya ve ahiret cezalarından kurtarmaya çalışırlar.

Bu zihniyette olanlar, istedikleri kadar Mesih ve Mehdi beklesinler, istedikleri kadar veli ve aziz bildiklerine sığınsınlar, istedikleri kadar onları yüceltmeye devam etsinler, ellerine ve ayaklarına kapansınlar, önlerinde kurban sunsunlar, türbelerine kapansınlar, onlardan şefaat istesinler vs. günahtan başka hiçbir şey elde etmezler.

Bilinmelidir ki ister tabiattan, ister insanlardan kaynaklanmış olsun, tüm olumsuz durumlara karşı akıl, bilim, iz’an ve basiretle hareket etmeden, Allah’ın yasalarını dikkate almadan, olumlu yönde çaba sarf edip değişime ve ıslaha katkı sağlamadan (salihat yapmadan) ne dualar kabul edilir, ne de başarı ve mutluluk sağlanır.

Allah’tan, bizlere aklı kullanmayı, bilimin verilerine ve basiretle hareket etmeyi nasip ve müyesser kılmasını niyaz eder, her türlü felaketlere karşı korumasını dilerim. Geçmiş olsun…

“Kesinlikle, hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz ve insan, başkasının değil, sadece kendi çaba ve çalışmasının karşılığını görecektir.” (53/ 38-39)

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
BİREYSEL VE TOPLUMSAL DEĞİŞİMİN YASASI

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin