SELAHADDİN CANPOLAT

“TOPLUM OLARAK DUYGULARIMIZ YİTİK VE BİTİK..”

“Çok kıymetli takipçilerim, değerli okurlarım, sizlere her hafta olduğu gibi bugün de insanı insanlığı ilgilendiren yeni bir konu ile tekrar buluşmanın mutluluğunu yaşıyorum..

“Sevgili dostlar;

Müslümanlığın kalbinin attığı yer olan Kudüs’te terör estiren İsrail, islam aleminin vicdanını da derinden yaralıyor. Savunmasız sivillere saldırı bombardımanları düzenleyen acımasız orduya tepkiler çığ gibi büyüyor. Bu noktada evlerinden dua eden vatandaşlar, sosyal medya platformlarından da seslerini duyurmaya gayret ediyorlar.Ancak yakındır sonsuz özgürlüğün… Yakındır ey Mirac’ın anahtarı… Daha yürümeyi öğrenmeden, ölmeyi öğrenen bebeklerin şehri Gazze. Dünya izlese de Tüm Müslümanların mabedi Mescidi Aksa ve çevresinde yaşananlar asla kabul edilemez. Ey Israil mazlumun duası sizin gibi Allah’a inancı olmayan zalimleri dize getirecektir, mazlumun ahı sizin  gibi kana susamış vampirleri yakacaktır. Filistin halkı Yarabbi sen Vefat etmiş tüm kardeşlerimize şehitlik makamına eriştir.. yaralı kardeşlerimize yaşamlarını kolaylaştırmak suretiyle kurtuluşa vesile ol amin diyerek konuya gireyim. İyi insan olmak hem bizim için hem de içinde yaşadığımız toplum için çok önemlidir. Herkesin dediği gibi şu üç günlük dünyada kısa bir ömür sürüp gideceğiz. Bu ömrü güzel bir şekilde yaşamak, öldükten sonra bile hatırlanan insan olmak varken neden kötü insan olalım. Lütfen, tüm ömrümüzü iyi insan olmaya adayalım. İnsan her yerde aynı insandır; bir insanın yaratılışında asalet yoksa kâinatın tacını giyse yine de çıplak kalır.. Oysaki insan olmak büyük bir mertebedir. Ne mutlu insan olabilene diyeceğim ammaaaa ne insan, insan gibi davranıyor. Ne de insanlık kalmış artık. Gün gittikçe de umudum tükeniyor. Oysa yeryüzünün en güzel varlığı insandır. Yeryüzü onun şerefine Allah tarafından dizayn edildi. Ve her şey onun hizmetine sunuldu. Ama insan bozulmaya görsün işte. Dünyayı yaşanmaz hale getirdi maalesef. Allah hepimizin sonunu hayır etsin ve insanlıktan ayırmasın.. diyerek konuyu açayım İnşallah….

“Sevgili dostlar;

“Dengesi gittikçe bozulan dünya, malesef giderek karanlık örtüye bürünüyor. Hiçbir yerde huzur ve istikrar diye bir şey kalmadı. Her geçen gün yeni bir yıkım, hüzün, acı ve korku veren bir olayın ortalığa bir bomba gibi düştüğüne şahit oluyoruz. Huzuru ve mutluluğu mumla arar hâle gelen insanlar, hızla derin bir ümitsizliğin ve korkunç bir bunalımın içine sürükleniyorlar. Yarınlara olan güvenimiz sarsılıyor, büyük bir şaşkınlık ve çaresizlik duygusu içinde sağa sola savrulup duruyorlar. Bütün dünya, toplum ve milletler, her gün yeni ve türlü sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalıyor, acının, yıkımın biri bitmeden bir yenisi ortaya çıkıyor. Bu da içimizi hep bir yarın endişesi ve “acaba bu gidişin sonu nereye varacak korkusu” ile dolduruyor. Mutsuz, umutsuz ve çaresizlik içinde çırpınan ve tutunacak bir dal arayan insanlar, büyük bir telaş, korku ve endişe içinde koşuşturup duruyorlar. Herkes kendi başının derdine düşmüş, günü kurtarmaya bakıyor, çevresinde olup bitenlere ilgisiz kalıyor; bencil ve ben merkezli davranmayı tercih ediyor ve “önce can sonra canan” felsefesini benimseyenlerin sayısı gittikçe artıyor. Komşuluk ve akrabalık ilişkileri gittikçe zayıflıyor, karşılıklı sevgi ve saygı, yardımlaşma  paylaşma duyguları her geçen gün biraz daha azalıyor, bunun yerini herkesin kendi gemisini kurtarma telaşı alıyor. Kalpler kararıyor, yürekler yanıyor ve günlerimiz çoğunlukla bir telâş ve koşuşturma içinde geçiyor. Bilim Teknoloji ve sanayinin tek belirleyici olduğu günümüzde insanlar maalesef daha bencil, daha hırslı bir hâle geldiler. İnsanları kaynaştıran sosyal, insanî ve ahlâkî değerler önemini her geçen gün biraz daha kaybediyor. Bu da insanları değiştiriyor, onları yeni birtakım arayışlara sürüklüyor, onları bencil yapıyor. Herkes kendi derdine düşüyor, kendini kurtarmaya bakıyor, çevresini görmüyor. Kimileri de dünyevi zevkler peşinde koşarak mutlu olmaya çalışıyorlar. Yarını hiç düşünmüyor, ben merkezli yaşıyor, çevrelerini görmüyor ve tanımıyorlar. Kısacası, geleneksel kültürümüzle, insanlık anlayışımızla hiç de bağdaşmayan, “gemisini kurtaranın kaptan sayıldığı” bir devirden geçiyoruz. Herkes kendi çıkarlarını düşünüyor, bunun için de her türlü gayrı ahlâkî davranışlarda bulunmaktan çekinmiyor. Onların dünyasında vermek diye bir kavram yok, hep almanın, kazanmanın ve yemenin peşindeler. Maalesef dünya koyu bir karanlığın, derin bir bunalımın içine doğru hızla sürükleniyor ve üstümüze çöken kara bulutlar her geçen gün daha da koyulaşıyor.

“Sevgili dostlar;

“Bir diğer açıdan bakılınca Yaşamak bilhassa yoksullar, çaresizler, güçsüzler, masum, mazlum ve mağdurlar için tam bir işkenceye, bir kâbusa döndü. Ama bütün bunlar, güç ve servet sahibi, karnı tok sırtı pek tuzu kuru birtakım “mutlu azınlık” mensubunun umurunda bile değil. Onlar için her şey yolunda, hayatlarını gönüllerince yaşamaya devam ediyorlar ve sanki hep biz yiyelim, biz yaşayalım, biz kazanalım diye dünya nüfusunu azaltmanın derdine düşmüşler, vuruyor, kırıyor ve öldürüyorlar. Evinden ve yurdundan edilen, bombalar altında can veren, denizlerde boğulan, yoklukla, açlıkla boğuşan, yollarda telef olan ve sığınacak bir liman arayan genç yaşlı, kadın erkek binlerce insanın ve çocuğun ölmesi onları pek ilgilendirmiyor. Belki ölenler, onlara göre insan bile değil, belki ölmeleri onlar için yaşamalarından daha da iyi. Kim bilir belki de, dünya nüfusu ne kadar azalırsa kendilerinin hayatı, rahatı, kazancı ve mutluluğu daha da iyileşir ve güzelleşir diye düşünüyorlar. Bunun için olsa gerek, dünyayı bir ateş topuna, bir “cehenneme” çevirmek için ne gerekiyorsa onu yapmaktan geri durmuyorlar. Özellikle Ortadoğu insanı, İslâm dünyası son derece perişan bir durumda. Sefil bir hayatın pençesinde inim inim inliyor, yerlerde sürünüyor.  Ünlü bir düşünürün söylediği bu ifade hep dikkatimi çekmiştir. “Paris’te bir adam öldürülürse bu bir cinayettir. Doğu’da elli bin insan boğazlanırsa bu sadece bir meseledir.” demiş. Öyleyse bu da bize, Batı’nın Ortadoğu politikasının ve İslâm dünyasına bakışının dünden bugüne hiç değişmediğini göstermektedir. Teşkilatlar, örgütler, birlikler, anlaşmalar, özgürlükler, demokrasi, insan hakları vb. gibi söylemler hep bir aldatmacadan, bir masaldan, bir oyalamadan başka bir şey değilmiş. Yıllardır “ülkeler ” sık sık toplanıyor, konuşuyor, yiyip içiyor, kameraların karşısına geçip ateşli konuşmalar yapıyorlar ve dağılıyorlar. Ama bunların hiçbiri hayata yansımıyor, hep lafta kalıyor. Emperyalist caniler ve küresel güçler, her dönemde bir sebep yaratarak, bir yalan uydurarak dünyayı masum ve çaresiz insanların başına yıkmaya devam ediyorlar ve her nedense galip geçen ve haklı olan hep Batı ve Hristiyan dünyası, haksız ve mağlup olan ise Doğu ve İslâm dünyası oluyor. Ne yazık ki onları bu hâle getiren sebeplerin başında aralarındaki ayrışma, çatışma ve bölünme olduğunu bir türlü düşünemiyor ya da düşünmek istemiyorlar. Coğrafyaları, tarihleri, kültürleri, dinleri ve dilleri aynı olan bir milletin, yani Arapların bugün yirmiye yakın civarında devletleri vardır. Üstelik çoğu da birbiriyle kavga ve çatışma içindeler. Milletler için bölünmek en büyük felakettir, yok olmak demektir. Güç ve kuvvet birlikten doğar. Araplar başta olmak üzere Müslüman toplumların bir araya gelip bu kötü gidişin, bu dağınıklığın sebepleri üzerinde ciddî olarak düşünmeleri ve kendilerine bir çeki düzen vermelerinin zamanı gelmedi mi? Gelmediyse eğer, çok yazık. insanlık ölüm döşeğinde, can çekişiyor. Yaşama sevincini ve heyecanını kaybetti, hayattan zevk alamaz hâle geldi insanlar. Yarınları ve çevresini düşünmemek, dünya zevklerinin peşinde koşmak sadece hırslarının esiri olan doyumsuz insanlara mahsus bir özelliktir. Dünya yansa, onların asla bir şeyleri  yanmaz, bunu biliyoruz. Ama çaresizliği ve masum insanların günahı ne? Onların hakkını kim arayacak, kim teslim edecek? Bu sorulara cevap bulunmadan, dünyaya huzur, mutluluk ve istikrar gelmesi mümkün görünmüyor. Hep kavga, hep çatışma, yürek burkan, hüzün ve acı dolu bir haber almadığımız bir gün yok gibi. Bir tatlı dile, bir barış diline hasret kaldık. Belki de Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım elbet, ama olup bitenleri, yaşananları gördükçe karamsar olmamak elden gelmiyor , “Nereye gidiyoruz? Dünya nereye gidiyor?”  Unutulmamalı ki en zifiri karanlıktan sonra şafak söker. Sistem her ne kadar sömürü güçlerin ve devletlerin elinde olsa bile elinde sonunda emek, insanlık, doğa kazanacaktır. Dünyanın değeri bilinmeli doğanın doğal dengenin bozulmasının sonuçları iyi incelenmelidir, bunun gerçekliği bizim var olmadığımız zamandan beri var olduğu bilinmelidir..

“Sonuç olarak;

“Hayat akıp gidiyor ve ne yazık ki insanlık yok oluyor. Acı çekene zevkle bakar olduk.. Düşen insana tekme atma konusunda da ustalaştık.. Duygularımız yitik ve bitik artık..İnsanlık elden gidiyor. Nereye gidiyorsa söyleyelim gitmesin. İnsansı görünenlerle ömür geçmiyor çünkü.   Yaşanılabilir bir dünyanın gerçekliğinde buluşmak ümidiyle.. Vesselam….

“Bir diğer hafta başka güzel konularda buluşmak dileklerimle”

“Kul Selahaddin CANPOLAT”

“TOPLUM OLARAK DUYGULARIMIZ YİTİK VE BİTİK..”

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin