BEŞİR İSLAMOĞLU

GEÇMİŞİ KUTSAMAK, GELECEĞİ GÖRMEMEKTİR

Müslüman coğrafyada en etkin olan düşünce, geçmişi/geleneği adeta “gökteki yıldız gibi” kabul ederek kutsamaktır. Bu paradigma, bir anlamda “selefi” despotizmidir.

Bu paradigmaya göre, en iyi nesil, ilk nesil olan sahabe neslidir. Sahabenin ardından tabii nesli, sonra tabiilerin tabiileri şeklinde sıralanmaktadır ki bu inancın, din ve mantık adına kabul edilir bir tarafı yoktur. Her çağda iyi ve başarılı insanlar çıkar, çıkmak zorundadır.

Her çağ, kendi Ömerlerini, Ebu Hanifelerini, İbni Rüştlerini, ibni Haldunlarını çıkarması gerekir. Aksı takdirde dinin doğru anlaşılması ve sorun çözmesi beklenemez. Din, sadece eskilerin anlayışına terk edilirse, tarihe gömülmüş olur. Bizler 21. Yüz yılın insanlarıyız, bin yıl öncesinin fetvalarıyla ve ahkamıyla başarıya ulaşamayız. Mutlaka kendi çağımızı adalet üzere inşa etmeliyiz.

Mesela; geçmişte çocuk yaştaki kızlarla evliliğin meşru kabul edilmesi, “imam nikahı” denen sıradan bir nikahla evliliğin caiz olması, “hile-i şeriyye” dedikleri hinliklerle boşananların evlenmesi, “üç talak” adıyla hukuksuz bir şekilde kadının boşanması, Kur’an’ın, ölülere okunması, “iskat” ve “telkin” adı altında ölülerin günahlarından arındırılması ve ölüye bir çeşit kopya verilerek hatırlatmalarda bulunması gibi fetvalar, çağımızın kabul edeceği fetvalar olamaz.

Din, sorun çıkarmak için değil, her çağda ortaya çıkan sorunları çözmek için indirilmiştir. Din, yeni şeyler (içtihatlar) üretmiyorsa ve sorunları çözmüyorsa, zamanla bir yığın sorunla boğuşmak zorunda kalacaktır. Sorunlar çözülmediği takdirde, bireyler kuşkuya kapılır ve dinden de uzaklaşmış olur. Dolayısıyla Müslümanlar, sorunları çözmek için yeni fikir ve düşünceler üretmeli ve ürettikleri fikirleri de marifete dönüştürmelidirler.

Din; Selefiler, Ortodoks ve katı muhafazakarın tekelinde kalırsa, akıl ve içtihat hiçbir şekilde aktif halde olamaz. Katı kuralcı ve dogmatik yapıya dayanan bir yaklaşım, çağın sorunlarını çözemez. O bakımdan, müçtehitler, her devirde dinin maksatlarını dikkate alarak insanların sorunlarını akıl ve bilim ışığında çözmekle mükelleftirler.

Kur’an, hiçbir şekilde geçmişin kutsamasından yana değildir. Her alanda basiretle yaklaşmayı, araştırmayı, tahkik etmeyi ve analitik düşünmeyi önerir. Onun içindir ki atalarının yolunu/inançlarını körü körüne takip edenlerin argümanlarını eleştirerek uyarır.

“Onlara, Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Resule gelin” dendiğinde onlar, “atalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya ataları bir şey bilmiyor ve doğru yolda olmayan kimseler ise (yine de uymaya devam mı edeceksiniz?)” (5/104)

Unutulmamalıdır ki hakikat; değerini kıdeminden, öncekilerden veya sonrakilerden değil, haktan (Kur’an’dan) alır ve ona göre anlam kazanır. Hakikat, geçmişte inanılan ve kabul gören inanç ve geleneğe bağlı kalmakla elde edilmez. Hakikat, Kur’an ayetlerine kulak vermekle, kevni ayetler üzerinde tefekkür ve tedebbür ederek, aklı faal hale getirerek ve bilimin verilerine uyarak ancak elde edilir.

Öncekileri taklit etmek, yanlışlarına uymak, hiç bir şekilde mazeret olamaz. Bilinçsiz bir taklitle değer üretilemez. Kur’an, akıl kullanılmadan, içtihatlar yenilenmeden körü körüne bir taklitle varlığın anlaşılamayacağını ve hakikatin elde edilemeyeceğini belirtir.

Kabul etmek gerekir ki atalarının inançlarını taklit edip, onların izinden körü körüne gidenlere Kur’an ayetleri okunduğu halde, ayetleri önemsemedikleri ve atalarının geleneksel nazariyelerinden vaz geçmediği her çağda açıkça görülmektedir. Taklitçiler her devirde atalarının inançlarına bağlı yaşamak isterler. Kendilerini uyanlara, “bu kadar alim gelip geçti; onlar bilmiyorlar da şimdikiler mi biliyor” diyerek geçmişi kutsamaya devam ederler.

Hülasa; kutsanması ve değer verilmesi gereken, geçmiş ve kıdemli olan değil, vahye ve akla uyan hakikatlerdir. Bu hakikatler, nerede ve kimde bulunursa bulunsun, alınmalı ve toplum yararına kullanmalıdır.

İslam, atalardan torunlara geçen statik/durağan bir müessese değildir. Her çağda toplumun sorunlarını içtihat yoluyla çözen dinamik bir yapıdır. Atalarının yanlış inançlarını, mezheplerin dinleştirilmesini, alimlerinin ruhbanlaşmasını evliya zannettiklerinin mistizmini, pozitivizm ve materyalimin sapkınlığını ret ederek Allah’ın bildirdiği hakikatlere çağırır. Kur’an hakikatlerine kulak verenlere ne mutlu!

Selam ve sağlık dileklerimle…

GEÇMİŞİ KUTSAMAK, GELECEĞİ GÖRMEMEKTİR

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin