HABİB KARAÇORLU

SON YÜZ YILIN MUHASEBESİ –V

Dünyada çok önemli olayların ardı ardına cereyan ettiği, insanlığın huzurunun kaçtığı, güvenlik endişelerinin yaygınlaştığı ve gelecek kaygısının kalıcı hale geldiği 2020’li yılları yaşamaya devam ediyoruz.  Doğal afetler, iklim krizi, salgın hastalıklar, ekonomik çalkantılar, ahlaki çöküntüler derken, son olarak bitmeyen/bitirilmeyen savaşlar insan neslini ve dünyanın geleceğini ciddi anlamda tehdit etmeye devam ediyor.

Dünyada ekonomik egemenliğin ve askeri inisiyatifin Müslümanlardan Hıristiyanların ele geçtiği son üç, dört asırlık dönem zarfında o kadar çok zulümler işlendi ki, önlenemeyen bu zulümler artık çağımızda kalıcı hale geldi. Tıpkı şu anda Gazze’de işlenen soykırım zulmü gibi.  Müslümanların ve tüm dünyanın sadece seyrettiği Siyonist katillerin Gazze bölgesindeki saldırıları 100. gününü doldurdu ve anlaşılan o ki bu zulüm, özellikle Müslüman yönetimlerin vurdumduymazlığı ve hatta bazılarının gizli desteği ile daha aylarca, belki de yıllarca devam edecek.

Dünyaya kendi kurallarını dayatarak cebren ve hile ile egemenlik kurmuş olan Yahudi-Hıristiyan batıl ittifakı, İslam âlemi üzerinde kurmuş oldukları egemenliklerini de işbirlikçileri aracılığı ile sürdürmeye devam ediyorlar. Batılın temsilcisi şer güçler Müslümanları birbirleriyle savaştırmanın oyun ve planlarını kurmayı ve uygulamayı ustaca sürdürüyorlar. Gazze’de binlerce çocuk, kadın ve masum insan katledilmeye devam ederken İran’ın Irak, Suriye ve Pakistan’a füzelerle saldırması ve Pakistan’ın da aynı şekilde İran topraklarına füze saldırısıyla karşılık vermesi aklın ve vicdanın kabul edeceği bir durum asla olamaz. Dışarıda bu oyunları kim kuruyor, içeride bu oyunlara Müslümanlar nasıl düşüyor?

İslam âleminin içinde bulunduğu bu vahim durumun yukarıda bahsettiğimiz gibi üç, dört asırlık bir geçmişi vardır. Batı bilim, fen ve teknoloji alanında ilerlerken, İslam âleminin bunlar yerine üstün medeniyetimizin ana kaynakları Kur’an ve sünnet ekseninden uzaklaşarak hurafe, efsane, bidat ve ihtilaflarla uğraşması bizi bu durumlara getirdi.  Yirminci yüz yılın başında bu işin farkında olan o dönemin büyük İslam âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi:  “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı san’at (sanayi-üretim), marifet (ilim ve fen), ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” demişti, ancak o ve onun gibi düşünenlerin verdiği mücadele yeterli olamadı, maalesef İslam düşmanlarının içimizdeki işbirlikçileri daha baskın çıktılar.Haim Nahum planının uygulandığı son bir asırlık zamanda İslam âleminde cehalet alabildiğine arttı, Petro-dolarla sefahat ve israfa dalanlar dışında Müslüman ülkelerin çok önemli bir kısmı yoksulluğa mahkûm edildi. Cehalet ve yoksulluğun beslediği ihtilaflarla da bugün Müslümanlar düşmanlarıyla değil, birbirleriyle savaşmaktadırlar. Afganistan, Suriye, Irak, Yemen, Libya, Somali ve Sudan iç savaşlarla parçalanarak perişan bir hale düşürülmüştür. Aynı şekilde en son dokuz askerimizin şehit olmasına neden olan bölücü terör,  Siyonizmin verdiği destekle kırk yıldan beri ülkemize ağır bedeller ödetmeye devam ediyor.

Yukarıdaki gerçekler ışığında ülkemizin Cumhuriyet dönemiyle birlikte geçirdiği son yüz yılın muhasebesini yapmaya devam edelim. Son olarak 12 Eylül 1980 darbesi ve sonuçlarından bahsetmiştik. Darbe öncesinde ülkenin neredeyse tamamında sıkıyönetim olmasına ve güvenlik konusunda emir-komuta ve yetki askerlerde olmasına rağmen anarşiyi önlemeye güç yetiremeyenler,  nasıl olduysa bir, iki gün içerisinde tüm ülkede asayişe hâkim olmuşlardı. Darbecilerin başı Kenan Evren sonradan yaptığı bir konuşmasında: “ihtilalın olgunlaşması için iki yıl bekledik.” Demişti. Yani sağ-sol çatışmalarını önlemeye imkânları varken, sırf ihtilal yapmak için olup bitene seyirci kalmışlar ve hatta bu olayların perde arkasından kışkırtıcısı ve azdırıcısı olmuşlardı. O yıllarda anarşik olaylarla ilgili Erbakan Hocanın : “Bu bir oyundur, devletin bu olayları önlemek için yeterli polisi ve askeri vardır, sakın bulaşmayın.” Diye gençleri uyardığını da burada belirtmekte fayda var. Aynı şekilde darbe sonrasında,  özellikle doğu illerinde “silah toplama” adı altında yürütülen operasyonlarla büyük bir zulüm sergileyip fitne tohumları eken cuntacıların hangi amaca hizmet ettikleri kısa bir süre sonra terörün patlak vermesiyle anlaşılacaktı. Anarşi bitmiş, terör başlamıştı.Sağ-sol çatışması bitirilmiş, Türk-Kürt çatışması başlatılmıştı.

12 Eylül darbecileri “Kurucu Meclis” adını verdikleri bilirkişilere yeni bir anayasa hazırlatarak darbeye zemin hazırlamakla suçladıkları “özgürlükçü” 1961 anayasasını değiştirmiş, onun yerine özgürlükleri kısıtlayan despot ve dayatmacı bir anayasa getirmişlerdi. Rejimi sağlama almak amacıyla da İnkılâp kanunlarını anayasanın içine sokmuş, koruma altına almışlardı. Halkoyuna sunulan1982 anayasası  % 91 oyla kabul edilmişti. Cuntacılar 24 Ocak ekonomik kararlarını uygulamaya devam etmiş ve bu nedenle Özal’ı ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı yapmışlardı. Yeni anayasa ile gidilen 1983 seçimlerine darbecilerin izin verdiği üç parti katılmış, diğerleri saf dışı bırakılmıştı.

6 Kasım 1983 tarihinde yapılan seçimleri Özal’ın bizzat icazet aldığı ABD’nin açık desteği ve Kenan Evren’in ise Antalya’daki bir mitingde aleyhinde yaptığı konuşmayla neden olduğu gizli desteği ile Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) kazandı. Özal, ekonomide özelleştirme ve hür teşebbüsten yana idi. Türkiye’ye Serbest piyasa ekonomisi modelini getirerek Liberal ekonomiyi uygulamıştı. Devletin üretimde yer almasını sakıncalı görüyordu ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) hızla özelleştiriyor, yani yandaş sermayeye peşkeş çekiyordu. Özal’ın hayata geçirdiği ekonomik uygulamalar sonucunda halkın gelir dengesi bozulmuş ve ilk defa devlet yoksullara yardım için “Fak Fuk Fon” denilen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı kurulmuştu. Özal’ın “orta direk” dediği memur, işçi, esnaf ve çiftçinin gelirleri azalmış, Türkiye’de milyonerlerin sayısı ise bayağı çoğalmıştı.

1984 sonbaharında başlayan terör eylemleri Özal hükümetleri döneminde tırmanmış, giderek içinden çıkılmaz hale gelmişti. 1980 Eylülünde başlayan ve sekiz yıl süren İran-Irak savaşının bölgede meydana getirdiği boşluk nedeniyle bölücü terör örgütü sınırlarımızda kendine çok müsait bir alan bulmuştu. ABD ve S.Arabistan’ın desteğiyle İran’la savaşan Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgali ile I.Körfez Savaşı denilen savaş başladı ve bu kez ABD ve müttefikleri Irak’a karşı savaştılar. Bu durum her yönüyle hem bölgedeki İslam ülkelerinin ve hem de Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurdu. Irak’ı bölmek isteyen Barzani ve Talabani yanlısı gruplar için önemli bir fırsat ele geçirildiği gibi, bölücü terör örgütü için de daha rahat bir alan oluştu.

1987 yılında yapılan seçimleri oyları düşmesine rağmen ANAP, hem % 10’luk ülke barajı ve hem de kendi lehine değiştirdiği seçim sistemi sayesinde  % 36 gibi bir oy ile yeniden kazanmış, iktidarda kalmıştı.  1989 Kasımında görev süresi dolan 7.Cumhurbaşkanı Kenan Evren yerine Turgut Özal TBMM’de cumhurbaşkanı seçildi ve partisinin başına önce Yıldırım Akbulut, sonra Mesut Yılmaz getirildi.  1991 sonbaharında yapılan seçimleri ANAP kaybetmiş, Demirel’in başında olduğu Doğru Yol Partisi (DYP) birinci parti olmuştu. Erdal İnönü’nün Sosyal Demokrat Halkçı Partisi (SHP) ile koalisyon hükümeti kuran Demirel yedinci kez başbakanlık koltuğuna oturuyordu. Mecliste ana muhalefet görevi ANAP’ta olsa da gerçek muhalefeti Erbakan Hocanın başında olduğu Refah Partisi yapacaktı..

Demirel’in iktidar dönemi büyük felaketler ve olaylarla başladı ve devam etti. Terör giderek azıyor, ayrıca önemli şahsiyetlere yönelik faili meçhul cinayetler işleniyordu.  17 Nisan 1993 günü aniden gelen Özal’ın vefat haberi halkta büyük üzüntü ve endişeye neden oldu, suikasta kurban gittiği düşünülüyordu. 1993 yılı önemli hadislerle devam etti. Sivas’ta Madımak otelinde çıkan olaylar ve Başbağlar Katliamı ülkede gerilimin giderek artmasına neden oldu. Özal’ın yerine Cumhurbaşkanı seçilen Demirel arkasında bıraktığı büyük bir ekonomik kriz ve sorunlarla başbakanlığı Tansu Çiller’e devretmişti.

Başbakan Çiller 5 Nisan 1994 tarihli ekonomik kararlarla büyük bir krize imza attı. Döviz ve faizin rekorlar kırdığı bu kriz ülkede büyük sosyal çalkantılara neden oldu. 1994 yılı yerel seçimlerinden zaferle çıkan Refah Partisi giderek güçlendi ve 1995 yılı Aralık ayında yapılan seçimlerden de birinci parti olarak çıktı. Şimdi inisiyatif Erbakan Hocadaydı. Önümüzdeki hafta kaldığımız yerden devam etmek dileği ile Yüce Rabbimizden ülkemiz, milletimiz ve tüm İslam alemi için rahmet ve selametler diliyorum. Amin.

SON YÜZ YILIN MUHASEBESİ –V

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin