Maide suresinin 72-77. ayetlerini tefsir ederken Prof. Dr. Süleyman Ateş, aynı zamanda Bakara suresi 62. ayetinin de bir nevi izahını yapıyor.
-Meryem oğlu Mesih’e “Allah” diyenler gerçek tevhidi inkâr etmişlerdir. Allah’tan başkasına Allah demek şirktir. Öğlelerinin yeri ateştir.
-Allah’ı üç varlıktan oluşan bir Tanrı sananlar da tevhidi inkâr etmişlerdir.
-Babasız dünyaya geldiği için insanlar onu Allah’ın oğlu sanmışlardır. Kimi ona Allah demiş, kimi Allah’ı “Baba-Oğul ve Kutsal Ruh’tan oluşan bir varlık sanmıştır.
-Bugünkü Hristiyanlar, İsa’dan ayrı bir Allah düşünmezler.
-Bugün Hıristiyanlar arasında yaygın olan “teslis” (üçleme) inancı Havarilerden çok sonra bu dine sokulmuş, Miladi 325 tarihinde İznik’te toplanan Hıristiyan meclisi tarafından resmi mezhep olarak benimsenmiştir. Tanrı, insan haline getirilince de ona istediğiniz her şeyi söyletebilir, iktidarınıza engel olan her engel için bir kural koyabilirsiniz.
-Daha önce İsa’ya düşman iken, onun ortadan kaybolmasından sonra Hristiyanlığı benimseyen Tarsuslu Paulus’un gayretleriyle İsa’nın, Allah’ın oğlu olduğu hayali, Hıristiyanlar arasında bir inanç olarak yayılmaya başlamış ve Mısırlı Yeni Eflatuncu yorum ile de teslis inancı Yunan felsefesinden Hıristiyanlığa adapte edilmiştir.
-Hıristiyanlıkta Papa, mutlak otorite haline gelmiş, onun reddettiği İncil parçası uydurma sayılmış, böylece onun kabul ettiği şey din olmuş, reddettiği şey de atılmıştır.
Bu tür iddialara sapanları, Kur’an-ı Kerim, gerçek Hıristiyan saymıyor, bunları kâfir kabul ediyor.
1682 yılında basılmış olan, Luter’in Latince’den Almanca’ya çevirdiği İncil’de Makaber’in üç kitabı varken, bu günkü Makaber’in sadece bir kitabı var. Demek ki iki kitap, Hıristiyanların inançlarına ters düşen parçaları içerdiğinden İncillerden çıkartılmıştır.
-Kur’an-ı Kerim, Hz. İsa’dan söz ederken genellikle “Meryem oğlu Mesih” kavramını kullanıyor. Bu ifade, Hıristiyanların onu “Allah’ın oğlu” sanmalarının yanlışlığını vurgulamak içindir. Ayette Meryem de “sıddıka” olarak nitelenerek, ona haşa fuhuş isnat edenleri red içindir. Çünkü Yahudiler ona fuhuş isnat ederken, Hıristiyanlar onu “Allah’ın karnına girdiği bir varlık” saymışlardır. Her ikisi de dinde aşırılaşmadır, batıldır.
Din aşırılıkla, dışı süslemekle olmaz. Din, ruhu bezeme yöntemidir. Hz. Peygamber; “Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü helak oldular” buyurmaktadır.
Bu aşırılıklar, eski dinlerin mensuplarında olduğu gibi Müslümanlar arasında da görülmektedir. Birçok kimse, Kur’an ve sağlam hadise dayanmadan, kendiliğinden yasaklar koymakta, Allah’ın helalini, mubahını haram saymaktadır.
Dinde aşırılık, dini amacından saptırır. Dinin amacı insanın elini kolunu bağlayıp onu vehimlerin tutsağı yapmak değil, hurafelerden kurtarıp Allah’a tertemiz kul yapmaktır.
Örtünme olmak kaydıyla örfe bağlı giyim kuşamı, ille şöyle olacak, böyle olacak diye birtakım garip şekillere büründürmektedirler. Bu yolla kadınlar toplumdan soyutlanmakta, kimi yerde gülünç duruma sokulmakta, kimi yerde erkekler sünnet deyip şalvar giymekte, namazda yeşil üzerine kuyruklu sarık sarmaktadırlar.
İslam, insanları belli bir biçimde elbise giymeye zorlamamıştır. İslami tesettüre uyarak, zamanın örfüne uygun kıyafetler giymek yerinde davranışlardır. Sıcak ülkelerdeki insanlar gibi o da, güneşten korunmak için başını beyaz bir kumaşla örtmüştür. Hz. Peygamber, kendisini diğer insanlardan ayıran özel bir kıyafet giymemiştir. Ancak güzel ve temiz biçimde giyerdi.
Tuhaf giyimlere bürünmekle Allah katında derece kazanılır mı? Dinin ruhu, içi temizlemektir. Hatta şair rahatsızlığını belirtmek için; “temiz insan ol da ipek giy” demiştir.
Dervişlik giyimle olmaz. Dervişlik, normal giysi içinde Allah’tan korkup, ona saygı göstermek, onun belirtisi olarak da, sosyal hayat içerisinde diğer gam olabilmektir.
Dinde skolastik olmakta ısrar etmek insanı yaşadığı zaman diliminin dışına çıkarmakla kalmaz, onu aşırılıkların da meczubu haline getirir.