Yüksek yargı tarafında yaşanan ‘suç duyurusu’ geçen haftanın belki de en çok konuşulan konuların başında yer alıyordu. Yaşanan tartışmanın kaynağı TİP’nin milletvekili olan Can Atalay’ın 18 yıl hapis cezası alması; aynı zamanda da milletvekili seçilmesi sorununun iki yargı kurumu tarafından farklı değerlendirmesi oldu.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay’ın 18 yıl sürecek olan mahkûmiyettinden dolayı milletvekili olamayacağını; Anayasa Mahkemesi ise bunun “hak ihlali” doğurduğunu dolayısıyla da milletvekilliğinin devam etmesi gerektiğini savunuyor.
Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara karşı çıkmakla kalmayıp, üyeler hakkında suç duyurusunda bulunmuş olması durumuna; bazı kesimler tarafından “yargı krizi meydana getirmiştir.” olarak yorumlandı.
Ancak Anayasa net bir şekilde, AYM’yi yargısal konularda ortaya çıkabilecek tartışmalarda son söz sahibi olarak yetkilendirmişken, Can Atalay Davası’ndaki ortaya çıkan gerilim ve ayrışma her yönüyle “kriz sebebidir.” demek de bana pek doğru gelmiyor. Zira ikisi de yüksek mahkeme olduğu için; aralarında meydana gelen bu anlaşmazlığı fikir ayrılığı olarak değerlendiriyor olsam da son söz daimi Anayasa Mahkemesi’ nindir.
Tabi ki bu konuda yorum yapan saygın hukukçuların söylediklerini göz önüne alacak olursak, her yönüyle hukuk dışına çıkılmıştır. Dolayısıyla zaten denetimin yetersiz olduğu mevcut sistem üzerinde çok da etkili olduğunu söyleyemeyeceğim Anayasa Mahkemesi’nin fiili olarak sonlandırılması süreci de başlamış bulunuyor.
İktidarın, iki yüksek kurum arasında yaşanan gerilimde Yargıtay’ı destekler pozisyonda tutum sergilemesiyle beraber; “Madem ortada kriz var; o zaman yeni anayasa yapılmalı.”diyerek yeni anayasa çalışmalarının da sinyalleri verilmiş oldu.
Zaten yapılan açıklama da aynen şu şekilde; “Yeni anayasa çalışmaları en kısa sürede başlatılmalıdır. Hukukçularımızla görüşerek meseleye bir hal yolu bulacağız. Tekrar böyle bir tartışmanın ortaya çıkmaması için gerekenleri yapacağız.”
Mevcut iktidarın yapmış olduğu bu açıklamadan yola çıkarak; aslında yapılacak olan açık ve net Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini azaltmak ya da işleyiş sisteminde değişiklikler yapıp,zaten var olmayan etkinliğini daha da yok saymak olsa gerek.
Dolayısıyla mesele yargıda yaşanan kriz değil; aslında yapılan siyasi bir adımlardır.
Bu siyasi adımların altında; AYM’ nin almış olduğu kararların bazı kesimleri pek tatmin etmemiş olması dolayısıyla da yeni bir oluşum, sistem arayışına gidilmiş olması en temel sebeptir diye düşünüyorum.
Etkin olmayan bir AYM sistemi oluşturulacak olunursa yıllardır güven vermeyen yargı sistemine ciddi zarar verilmiş olunur.
Son denetim unsuru olan AYM’nin etkisiz kılmak demek; daha fazla hata, dolayısıyla da topluma ve kurallara düzensizlik getirir.