BEŞİR İSLAMOĞLU

21. ASRIN MİHNESİ VE HARİCİYESİ

 

(Diyarbakırlı Ramazan Pişkin katli üzerine…)

Mihne, Abbasiler döneminde “halku’l-Kur’n” konusunda bazı kimselerin yönetim tarafından sorguya çekilip eziyet edilmesine ilişkin olaylara denir.

Hariciye ise, dini ve siyasi konularda aşırılığı prensip haline getiren bir fırkadır. Dolayısıyla tarih boyunca, kendileri gibi düşünmeyen ve kendilerine katılmayan herkesi suçlu kabul eden, tahkir eden, küfürle itham eden ve onlara savaş açan fırkalara “hariciye” denilmiştir.

Realite şudur ki Nebi as sonrası başta hilafet/siyaset olmak üzere irtidat, kader ve irade, Allah’ın sıfatları, büyük günah işleyenlerin durumu, halku’l-Kur’an, Kur’an ayetlerinin lafız ve mana bütünlüğü gibi konular asırlarca Müslümanlar arasında tartışılmış, halen tartışılmaktadır.

Sadece bu tartışmalar mı? Elbette değil; ulemanın “ehl-i rey (Irak) ve ehl-i hadis (Medine)” şeklinde iki ayrı merkezde ve iki farklı yöntemle çalışmış olması, kelam ve fıkıh merkezli fırkalara ve mezheplere ayılması, zamanla fikirlerin dokunulmaz hale gelmesi, mezhep mensuplarının birbirlerine karşı düşmanlıkları, siyasi yöneticiler tarafından desteklenmesi gibi hadiseler münakaşaları daha da artırmıştır.

Müslümanlar, birbirlerinin fikirlerine saygı duymak yerine, maalesef önemli bir kısmı saygı duymak yerine, kendileri gibi düşünmeyenleri aşağılamış, tekfir etmiş, birbirleriyle çatışmaya girmiş, hatta ölümü hak ettiklerine dair fetvalar vermişlerdir.

Mesela, bir hadis alimi olan Muhammed ez-Zühli (öl.872) bir fetvasında; “Kur’an’ın mahluk olduğunu söyleyen bir kimsenin imandan çıkıp küfre gireceğini, karısının kendisinden boşanmış olacağını, tövbeye davet edileceğini, tövbe etmemesi halinde öldürüleceğini, mal ve mülkünün Müslümanlar arasında ganimet olarak dağıtılacağını, cenazesinin Müslüman mezarlığına gömülmeyeceğini dile getirir. (Bak. İslam Ansk.)

İşte, çağdaş hariciye ve İşidçilere fetva/kaynak…!

Tarihe baktığımızda, bir dönem “Kur’an mahluktur” demeyenler mihne/eziyet görmüş, sonra da yönetim değişince “Kur’an mahluktur” diyenler mihne/eziyet görmüştür.

Şimdi, tarihten ders çıkarmak istemeyen ve halen fikir bazında tartışıp kardeşlerini töhmet altında bırakan, tahkir eden, eziyet veren, tekfir eden, hatta ölümlerine fetva çıkartan çağdaş mihneci ve hariciyecilere soralım;

“Allah’ın ayetlerini farklı anlamayı hangi ayet yasaklamıştır? Her insanın, Kur’an’ı farklı (hatta absürt dahi olsa) anlama hakkı yok mu?

Yahut sizin ayetleri mutlak doğru anladığınıza, diğerlerinin yanlış anladığına dair size vahiy mi geliyor?

Siz kendinizi ilah yerine (hadi yumuşatalım), Resul yerine mi koyuyorsunuz?

Allah’ın size vermediği bir yetkiyi nasıl Allah adına kullanarak insanların kendiniz gibi düşünmesini, bilgilenmesini ve inanmasını istersiniz? Şiddet uygulama, tahkir etme, tekfir etme, susturma, cezalandırma yetkisini/emrini, Allah’ın hangi ayetinden alıyorsunuz?

Hayır! Allah, ayetleri ve dolayısıyla dini yanlış anlayanlara “müeyyide uygulayın, onları cezalandırın” şeklinde hiçbir uyarısı yoktur; zira Resul dışında her insan yanılmaya müsaittir ve yanılır. Samimi olanlar yanılsa bile, emeğinin karşılığını yine alacaklardır.

Müslümanlığında takvalı (sorumluluk sahibi) olmak isteyenlerin yapması gereken şudur: Bir kimsenin yanlış düşündüğünü görüyorlarsa, sadece güzel bir dille eleştirerek doğru bildiğini söylemelidirler. Tahkir, tekfir ve yargılama hakları yoktur; zira hiçbir insan, düşüncesinden ve bilgisinden dolayı cezalandırmayı hak etmez.

Allah, kimlerin bu dünyada cezalandırılması gerektiğini Kitabında açıkça belirtmiştir. O suçlar da kısas/denklik (2/178), hırsızlık (5/38), zina (24/2) ve İftiradır. (24/4) Bu suçlara karşı cezalandırmayı da şahıs değil, ululemr/devlet yerine getirir.

Bilinmelidir ki “son saat” gelene dek konunun uzmanları, Kur’an’ı/islamı daha iyi anlamak ve mesajlarını çağa taşımak için yorumlayıp tartışacaklardır. Bu tartışmalarda çok yararlı açılımlar da olacak, çok absürt fikirler de olacaktır; ama hangisi olursa olsun,  tekfir ve cezalandırma sebebi olmamalıdır.

Evet, Kur’an bir hazinedir. Müslüman olsun olmasın (çünkü bütün insanlara inmiştir), her insan, bu hazineden imkan ve kapasitesi kadar yararlanmaya hak sahibidir. Dolayısıyla taassupla hareket ederek Allah’ın, “müminler için şifa ve rahmet” (İsra 82) olarak indirdiği Kur’an’ı, mihne ve hariciye (şiddet) kaynağı haline getirmek büyük bir suçtur.

Müslüman olduğunu iddia edenler, yanlış dahi olsa, fikirle, ilimle, bilimle, sanatla, edebiyatla, felsefeyle, tebliğle uğraşan kimselere kıymet vermeli, takdir etmeli, varsa hataları güzel bir üslupla düzeltmeye çalışmalıdırlar.

Müslümanlar, niçin tahrif olmamış İlahi bir kaynağa sahip olduğumuz halde hak ve adalet konusunda dünyaya önderlik yapamadığımız üzerine kafa yormalıdırlar.

Niçin, ezilen, öldürülen, evsiz-yurtsuz ve yoksul bırakılan Müslümanlara çare olamıyoruz? Niçin, insanlarımız “Gayrı Müslim” denen ülkelere kaçmakta ve onlara sığınmaktadırlar?

Niçin çok basit ve anlamsız tartışmalarla sürekli kendi aramızda kavga edip duruyoruz? Niçin insan hakları, özgürlükler ve gelişmişlik konusunda dünyanın lideri değiliz?

“Niçin”leri saymakla bitiremeyiz. Hakikat şudur ki dünya Müslümanları çok basit işlerle/fikirlerle meşgul olmakta, kendi aralarında peş para etmez mevzularda kavga etmekte, kendi kaynak ve imkanlarını hakkıyla kullanamamakta, kendi sorumluluklarını yerine getirememektedir.

Bu bir marazdır; bu marazdan kurtulup hem Rabbine ve hem de insanlığa karşı sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için, geniş çaplı bir ihya/tecdid hareketine ihtiyaçları vardır.

İhya/tecdid dediğim şey,  sağlam bir inanç ve dünyada geçerli olan paradigmaya (yöntem, bilim ve kültüre) sahip olmaktır. Yani, insanlığa değer katan ve hizmet eden bütün ilim/bilim dallarından yararlanarak dünyaya önderlik yapma zorunluluğumuz vardır.

(Hatırlayın! Allah, “siz insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” buyuruyordu. (Al-i İmran 110) Soralım; sahiden öyle miyiz?)

Allah’ın istediği yerde ve konumda olmamız için, her şeyden önce mihne, hariciye, şarkiye (kavga, tekfir, tahkir, şiddet) yanlısı ilkel ve bedevi grupların aklıyla hareket etmemeli ve onlarla asla adımız anılmamalıdır. Muhammed Nebi gibi “Medine/medeniyet kültürünü yeniden inşa edip dünyaya ihraç etmekten başka çaremiz yoktur.

Evet, bütün bunları yapabilmemiz için, öncelikle Kur’an/din üzerinden kavgayı bırakmamız lazım. Kabul etmesek de her türlü yorum ve tefsiri zenginlik olarak bilmeliyiz. Bu ilk adımı atmadığımız sürece başarılı olamayız ve dolayısıyla rahmete ve selamete de çıkmayız.

Selam ve sağlık dileklerimle…

21. ASRIN MİHNESİ VE HARİCİYESİ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin