BEŞİR İSLAMOĞLU

KUR’AN MESAJININ MUHATABI KİMDİR?

Kur’an mesajının ilk muhatabı elbette Nebi as idi. Nebi as, mesajın gereklerini hem kendi şahsında yerine getirmek, hem de çevresindekilere tebliğ ve tebyin etmek için ilk muhatap idi.

Nebi as’dan sonra ikinci muhatap, bizzat Nebi as ile birlikte yaşayan, kendilerine ayetler okunan kitle idi. Kur’an mesajının üçüncü muhatapları ise, ayetlerin tamamlanıp Mushaf haline dönüştürülmesinden sonra, o ayetlere ulaşabilen herkestir.

Peki, çağımızda kendilerini Müslüman kabul edenlerin yüzde kaçı kendisini Kur’an mesajının muhatabı olarak görmektedir? Veya kendilerini Müslüman kabul edenlerin yüzde kaçı kendini “Kur’an mümini” kabul etmektedir?

Bu ve benzer sorulara doğru cevap verebilmek için, Kur’an kitabına nasıl inandığımız ve hangi perspektiften yaklaştığımıza bakmak gerekir.

Kur’an mesajlarının tarihsel (belli bir döneme ait) olduğunu kabul edip, evrenselliğini ret edenler, Kur’an mesajlarının muhatabı olamazlar. Onlar için artık Kur’an mesajlarının hükmü kalmamıştır. Oysa Kur’an’ın bütün mesajları evrenseldir; zira Kur’an, mesajlarını bütünüyle ilkeler üzerinden verir. Nüzul sebebinin pek bir kıymeti yoktur. Şahıs olarak kimi muhatap almış olursa olsun, verdiği mesaj, koyduğu ilke önemli ve geçerlidir.

İşte, Kur’an mesajlarını tarihsel olarak görenlerin anlamadığı husus tam da budur. Yani mesajları “ilke/kural” olarak görmeyip, literal/lafzi olarak ele alıp sonuca gitmiş olmalarıdır. Oysa Kur’an, mesajlarını bütünüyle ilkeler üzerinden verir. Dolayısıyla Kur’an’ın hiçbir ilkesi tarihsel değildir. Bütün ilkeleri evrenseldir.

Mesela, Kur’an’ın hassasiyetle üzerinde durduğu sadece Allah’a kulluk, hak sahipliği, adalet, dürüstlük, liyakat, ehliyet, istişare, iyilik yapmak, kötülüklerden sakınmak, azgınlaşmamak, israf etmemek, cimri olmamak vb. ilkelerin tarihsel olması düşünülebilir mi?

İşte, Kur’an muhataplarının öncelikle Kur’an’dan ne almak istediklerini öğrenmeleri gerekir. İster kıssalar, ister meseller ve isterse Nebi as döneminde yaşanan hadiselere verilen cevaplar olsun, tüm ayetlerin maksadına ve vermek istediği mesaja bakmak gerekir.

Mesela, “Ey İman edenler! Resul’le gizli bir şey konuşacağınız zaman, konuşmadan önce sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlıdır” (58/12) ayetine bakalım. Bu ayetin, “bugün Resul yaşamıyor; dolayısıyla anlamını yitirmiştir” diyerek aktif olmadığını dile getirmek, Kur’an mesajını anlamamış olmak demektir. Halbuki bu ayette “Resul” kelimesine lafzi takılmak yerine, verdiği mesaja bakmak gerekir.

Ayetin verdiği mesaja baktığımızda, “Resul’ün gereksiz yere meşgul edilmemesi” istendiği rahatlıkla anlaşılacaktır. Tabi, “Resul ile her görüşen -her zaman- önce sadaka verecektir” anlamı çıkmaz.  İşlerinin yoğunluğundan dolayı böyle bir uygulamaya ihtiyaç duyulduğu açıktır. Ayrıca bu prensiple, yoksulların da ihtiyaçları kısmen karşılanmış olmaktadır.

Peki, bu ayetin günümüze ışık tutacak tarafı (mesajı) yok mu? Elbette vardır. Birincisi, sorumlulukları ve iş yoğunlukları büyük olanların gereksiz yere meşgul edilmemesi, ikincisi de yoksulların bu yolla gözetilmesinin istenmiş olmasıdır.

Bazı suçlara karşı “kefaret” ödenmesinin istenmesi de köleleştirilmiş insanların ve diğer yoksulların mağduriyetlerinin giderilmesi için oldukça önem taşımaktadır. Ayetlerin mesajları doğru okunduğunda (ilkesel olarak bakıldığında) hiçbir ayet karşılıksız kalmayacak, her bir ayet günümüzde de karşılık bulacak ve yürürlükten kalkmamış olacaktır.

Müslümanlar, kendilerini Kur’an mümini ve mesajının muhatabı olarak görmedikleri sürece, o mesaj kendilerini ihya etmeyecek ve hidayete ulaştırmayacaktır. Bugün eğer mesajdan beklenen olumlu durum –Nebi as döneminde olduğu gibi- ortaya çıkmıyorsa, bunun sorumlusu mesajın kendisi değil, mesajın doğru dürüst alıcısının olmamasıdır. Bilinmelidir ki tenzilinden on dört asır geçmesine rağmen, mesaj canlılığından bir şey kaybetmiş değildir. Yeter ki mesajın akıllı ve basiretli muhatapları olsun…

Çağımızda, eğer Kur’an mesajı toplumu ihya etmiyorsa, muasır medeniyetlerin üzerine çıkartmıyorsa, bilinsin ki doğru dürüst muhatap bulamamasından kaynaklanmaktadır. Kur’an’a inandığını söyleyen Müslümanlara baktığımızda, Nebi as’ın asla yapmadığı bir muameleye tabi tuttuğunu görmekteyiz. Nebi as, Kur’an’ı bütünüyle “hayat kitabı” yani, “toplum hayatını düzenleyen kurallar” olarak görürken, Müslüman olduğunu söyleyenlerin kahir ekseriyeti itibarsızlaştırarak “ölü kitabı” haline getirdiler.

Bakın, Kur’an’la muhatap olmayı nasıl anladılar?

-Sevap kazanmak için bolca Arapçasından okuyup seslendirdiler.

-“Hafız” olmak için yıllarını verdiler; ancak Kur’an’ın ne istediğine aylarını bile vermediler.

-Tecvit kaidelerine ve harflerin mahreçlerine uygun okumayı başarmak için -kurslarda ayna bulundurarak ağızlarda harflerin nasıl çıkartılması gerektiğini görerek- aylarını verdiler.

-Daha çok hatim yapmak ve yaptıkları hatimlerin duasını cemaati kalabalık camilerde ve büyük hocalara (!) yaptırmayı önemsediler.

-Mezarlıklarda kurulan bir ses düzeniyle orada metfun bulunan ölülere gün boyu kasetlerden seslendirdiler.

-Mevtaların ruhlarına hediye ettirmek için, yarım yamalak bir okuması olanlardan hazır Yasin’ler satın aldılar.

-Allah ile Kur’an muhatabı arasında bir sözleşme ahdi olan Fatiha suresini taziyelerde pelesenk hale düşürdüler.

-Kur’an’ı güzel okuma yarışmaları düzenlediler; ancak doğru anlama ve yaşama yarışmalarına (takva üzeri bir hayata sahip olmaya) yanaşmadılar.

Kısacası, Kur’an’ı mehcur bıraktılar ve hakkıyla takdir edemediler. Kendilerine inmiş gibi, bizzat kendilerini muhatap olarak görmediler. Bilinmelidir ki yüce Yaratıcının talimat ve mesajları hayata yansımadan dünya ve ahiret mutluluğuna erişmek mümkün olmayacaktır.

Öyle ise, kendini “Kur’an mümini” kabul eden her insan, bizzat Kur’an mesajının muhatabı olduğunun idrakinde olmalı ve doğru anlayarak hayat kitabı haline getirmekle mükellef olduğunu unutmamalıdır.

Selam ve muhabbetlerimle…

KUR’AN MESAJININ MUHATABI KİMDİR?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin