BEŞİR İSLAMOĞLU

SÜLEYMAN NEBİNİN MUCİZELERİ (mucize-6)

Mucize ile ilgili 1. yazımızda, “Allah dışında kainatta var olan bütün varlıkların, olguların ve olayların birer ayet/mucize olduğu”, 2.yazımızda da “mucizelerin ilahi/tabiat kanunlarına aykırı olmadığı”, 3.yazımızda İbrahim as ile, 4.yazımızda Musa as ile, 5. Yazımızda Yunus as ile ilgili mucizeleri ele almıştık. Şimdi de Süleyman nebi ile ilgili mucizeleri ele alacağız.

Daha önce de belirttiğim gibi, Muhammed as öncesi bütün nebilerle ilgili rivayetler, maalesef Kitabı Mukaddes kaynaklıdır. Dolayısıyla bu kaynaklar üzerinden Kur’an ayetlerini anlamaya çalışmak çok yanıltıcı olur. Maalesef başta kıssalar ve mucizeler olmak üzere hemen her konuda “israiliyat” olarak ifade edilen mitolojik bilgiler devreye girmiş ve ayetlerin, bağlamından/maksadından uzaklaşmasına neden olmuştur.

Süleyman nebinin kıssalarına gelince, Süleyman as, İsa as’dan yaklaşık 8-9 yüzyıl önce Davud’un yerine geçmiş gerçek bir kişidir. Kur’an, o kıssaları anlatırken o toplumun kullandığı dili kullanarak anlatmıştır. Cin, şeytan, ifrit, kuş, hüdhüd, karınca, sebe, arş/taht gibi kavramlar, o dönem insanların kullandığı kavramlardır.

Kur’an’ın beyanına göre, Süleyman nebi Allah’a yönelen iyi bir kuldu. Bir ara ağır bir sınava tabi tutulmuş, “tahtına bir ceset bırakılmış” (ceset, ağır bir hastalık olabileceği gibi, bazı musibetler de olabilir) sonra Rabbinden bağışlamasını ve kendisine güçlü bir mülk (hükümdarlık) verilmesini istemişti. Allah da bu isteğini olumlu karşılayarak ona hizmet amaçlı safkan atlar, rüzgar, dağlar, kuşlar ve diğer bölge insanlarını emrine vermişti.

“Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan asker oluşturmak” Filistin bölgesindeki toplumları bir araya getirmek demektir. Süleyman, Mezopotamya’dan Akdeniz’e uzanan bölgede kabileler arasındaki çatışmaları önleyerek bir araya getirmiş ve güçlü ve adaletli bir devlet inşa etmiştir.

Her tarihte toplumların kendilerine özgü sembolleri olmuştur. Cin kavramı, sihir ve müneccimlikleriyle bilinen o günkü Babiliileri temsil ederken, kuşlar (kartal figürü), de Hititleri, karıncalar da çalışkanlıklarıyla ünlü Sebelileri temsil etmekteydi. Kadim dünya kültüründeki bu sembolik ifadeler anlaşılmadan Kur’an kıssaları anlaşılamaz. Kaldı ki günümüz dünyasında da semboller pek çok alanda kullanılmaktadır. (Türk bayrağındaki hilal ve yıldız gibi)

Ayette geçen, “Süleyman ordusunu denetlerken, hüdhüdü (ki o bir lakaptır) askerler arasında görememesi ve mazeretinin olmaması halinde boynunun vurulacağını” ifade etmesi, bunun bir kuş olmadığı, önemli bir asker olduğunu göstermektedir.

Muhtemelen Süleyman, hüdhüdün devlet aleyhinde başka işler çevirdiğinden endişe etmiş olacak ki haklı bir mazereti olmaması halinde boynunu vuracağını söylemektedir. Hüdhüd, Sebe’den doğru bilgiler getirince, Süleyman as rahatlamış ve onun getirdiği bilgileri değerlendirmeye almıştır. Önce, Sebe kraliçesine bir mektup göndermiş, sonra da tahtını (iktidarını) istemiştir.

“O kadının arşının (tahtının) getirilmesi” mecazi bir ifadedir. Süleyman as gibi adil bir devlet adamı, bir kadının sarayındaki makamını temsil eden tahtını söktürüp getirmez. Bu adil bir devlet adamına yakışmaz. Dolayısıyla “arşının getirilmesi”, “iktidarının sonlandırılması” anlamında mecazi bir ifadedir. Tabi, iktidarının sonlandırılması da güç kullanarak değil, hakikati göstererek sonlandırmak niyetindeydi; zira o, “Allah’ın yanı sıra başka varlıklara kulluk eden ve gerçeği yalanlayan nankör bir halktandı.” (27/43)

Anlaşılan odur ki Hüdhüd, “Sebe melikesinin halkı Allah’a değil, güneşe tapıyor” deyince, Süleyman, onu bir mektupla Allah’a kulluğa davet etmiş, melike de mektubu alır almaz yardımcılarına danışmış, önce hediyeler göndererek Süleyman’ın tavrını yoklamış, (bir kral mı, bir nebi mi) hediyeler işe yaramayınca da Süleyman’a gelmeye karar vermiştir.

Süleyman as, melikenin kendilerine geleceğini öğrenince, görkemli bir hazırlık içerisine girmiş, “bana, Müslüman olarak gelmeden önce, o kadının tahtını kim getirir” demişti. Bu mecazi ifade ile, Sebe melikesinin gelip görmesi halinde olağanüstü bir sanatla karşılaşmasını istemişti. Süleyman’ın ustalarından biri -ki o kitaptan bilgi sahibiydi- (bu işlerin en iyi ustasıydı), “göz açıp kapayıncaya kadar sana getiririm” dedi. Yani çok kısa sürede görkemli bir platform hazırlarım demek istemişti.

Sebe melikesi gelip tahtı/platformu gördüğünde, kendisine  “senin tahtın da böyle miydi” denildiğinde, “tahtımı nasıl getirdiniz, bu büyük bir mucizedir” demedi. Sadece “ona benziyor” ve zaten daha önce bize bilgi verildi ve biz teslimiyet gösterdik” dedi. (Süleyman nebi tarafından Allah’a kulluğa davet edildiği ve kendisinin de itiraz etmeyerek teslimiyet gösterdiği anlaşılmaktadır.)

Melike, Süleyman’ın makamına girince çok etkilendi ve şöyle dedi: “Rabbim, gerçekten ben kendime (bugüne kadar) haksızlık etmişim. Artık Süleyman ile beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (27/15-44 ayetleri özet halinde)

Kur’an, kadim toplumların muhayyilesinde yaşayan menkıbeleri yine o toplumların dili ve kültürü üzerinden (anlatım tekniği ile) anlatarak evrensel mesajlar vermektedir. Bu kıssaları okuyan günümüz insanları, o dönemin kafasındaki mitolojikleşmişversiyonu ile değil, 21. Yüz yılın akıl ve bilim mantalitesi ile anlamaya çalışmalıdırlar; zira Kur’an, dilini, yöntemini, kullandığı araçları hitap ettiği toplumdan almıştır.

Tekraren belirtmek isterim ki Allah’ın sisteminde kural dışı, çelişki ve fiilleri ile kelamı arasında zıtlık yoktur. Akıl ve mantık dışı bir durum görünüyorsa, o muhatapların anlayışlarından kaynaklanmaktadır.  Diğer Nebilere ait mucizelere devam edeceğiz inşallah…

Selam ve muhabbetlerimle…

SÜLEYMAN NEBİNİN MUCİZELERİ (mucize-6)

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin