Ülkemiz bir taraftan 6 Şubat depremlerinin yaralarını sarmaya, depremin yol açtığı maddi ve manevi hasarları onarmaya çalışırken bir yandan da 14 Mayısta yapılacak seçimlere hazırlanmakta. “Asrın felaketi” olarak nitelendirilen depremin üzerinden henüz daha bir ay bile geçmeden alınan seçim kararıyla ülke gündemi bir anda siyasete doğru kaymış oldu. Geçen haftalarda yaşanan sel felaketi sebebi ile yeni bir afetle bir kez daha sarsılsak da ne yazık ki siyaset ve seçimler medyada daha fazla yer alarak kamuoyunu meşgul etmeye ve dikkatleri o yöne çevirmeye devam ediyor. Ülkemizde siyasetin çok yoğun olarak kamuoyu üzerinde oluşturduğu baskı öylesine artmış durumda ki, siyasi konular, içinde bulunduğumuz bu Mübarek Ramazan ayının bile manevi atmosferini kirletmeye ve toplumu menfi yönde germeye ve dolaylı olarak huzurun kaçmasına neden oluyor.
Geçmişi çok uzun yıllara dayanan toplum mühendisliği projeleri ile ülkemiz insanı maalesef ki, doğru inanç ve doğru düşünce, doğru bilgi ve doğru davranış ikliminden uzaklaştırılarak düşünmekten ve sorgulamaktan uzak, zihni yanlış bilgilerle dolu, gerekli bilgilerden mahrum ve bu nedenle doğru davranış sergilemekte zorlanır bir hale getirilmiştir. Cehaletin en büyük ilacı olan okuma alışkanlığının giderek terk edildiği, televizyon, internet ve sosyal medya araçlarıyla zihinlerin ve gönüllerin karartıldığı bir dönemde yaşamaktayız. Toplumun cahilleştirilmek suretiyle daha rahat yönetileceğini, istenilen şekilde güdüleceğini ve bu şekilde yönetime daha sorunsuz biat edeceğini bilen iktidarlar, okuyan, araştıran, düşünen, sorgulayan ve eleştiren bir toplumdan ziyade, günlük hayatın meşgalesi içerisinde koşuşturan ve kendisine dışarıdan telkin edilen bilgi ve düşüncelerle arzu edilen yola sevk edilen bir toplum oluşturmayı tercih etmişlerdir.
Toplum mühendisliğinin yakın tarihteki en önemli örneği “28 Şubat dönemi” diye adlandırılan ve “post modern darbe” nitelemesiyle topluma ve düzene balans ayarı vermek isteyen asker, yargı mensubu ve sivillerinin birlikte hareket ederek başlattıkları bir süreçtir ki, etkileri hala devam etmektedir. 1997 yılında 28 Şubatçı darbeciler, mevcut siyasi iktidara baş kaldırmış ve onu illegal yollarla iktidardan uzaklaştırmışlardı. Onlara göre Cumhuriyetimiz kuruluş ilke ve amaçlarından uzaklaşmış, yoldan sapmıştı. Bu nedenle devlete bir rot-balans ayarı çekilmeli, tekrar araba asıl yoluna koyulmalıydı. Dönemin Refah-Yol hükümetinin başındaki Başbakan Necmettin Erbakan’ın ekonomide oluşturduğu havuz sistemiyle bir anda rantiyenin devletin içindeki para hortumları kapatılmış, kaynaklar halka aktarılmaya başlamıştı. Bu nedenle halkın sırtından oturduğu yerde rahatça para kazananların keyfi kaçmış, bu duruma çok büyük bir tepki göstererek iktidarın ipinin çekilmesine ve Erbakan’ın partisinin kapatılarak siyasi hayatının bitirilmesine karar vermişlerdi. Refah-Yol hükümeti sadece içerideki güç odaklarının tekerine çomak sokmamış, İslam ülkeleri arasında ekonomik ve siyasi işbirliğini sağlayacak D-8 teşkilatını kurarak başta ABD ve İsrail olmak üzere tüm düşmanların şimşeklerini üzerine çekmişti, onun için bu iktidarın bir an önce yıkılması gerekiyordu. İç ve dış mihraklar elbirliği ile kısa zamanda Cumhuriyet tarihinin en başarılı hükümetini siyaset, yargı, medya ve ordu işbirliği ile yıktılar. Zorlamalarla kurulan D-ANASOL (Doğruyol Partisinden kopanların gittiği Demokrat Türkiye Partisi, Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Parti) hükümetinin ilk icraatı sekiz yıllık kesintisiz eğitimi çıkartarak İmam Hatip okullarının ve Anadolu Liselerinin orta kısmını kapatmak ve sonrasında İmam Hatip Liseleri ve meslek liselerine üniversite kapısını kapatmak oldu. Bu dönemin siyasi aktörlerinin başında Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Doğruyol Partisi siyasi çizgisinin temsilcisi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve yine Sağ, muhafazakâr ve demokrat diye nitelenen Anavatan Partisinin lideri Başbakan Mesut Yılmaz geliyordu. İmam Hatip okullarının ülke çapında açılmasına ve çoğalmasına öncülük eden siyasi partiler şimdi de kökünün kurutulması için darbecilerle işbirliğine gitmişlerdi. Bu iktidar, Başbakan Mesut Yılmaz’ın adının karıştığı Türk Ticaret Bankası skandalıyla yıkılınca yerine gelen Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki DSP azınlık hükümeti ve ardından 1999 seçimleri sonucunda kurulan içinde MHP’nin de yer aldığı ANASOL-M hükümeti aynı şekilde 28 Şubat kararlarını ve politikalarını uygulamak için seferber olmuştu. İlkokul ve ortaokulların birleştirilerek sekiz sınıfın bir arada okutulduğu ilköğretim okulları açıldı. Kitaplar ve müfredatlar değiştirildi, evrim teorisi Fen ve Biyoloji kitaplarında yer aldı. Okullarda, üniversitelerde ve devlet kurumlarında başörtüsü için sürek avı başlatıldı. Anavatan ve MHP gibi sağ görüşlü, milliyetçi ve muhafazakâr partiler 28 Şubatçı seküler zihniyetlerin amaçları doğrultusunda tüm icraata destek çıktılar ve tüm vebale ortak oldular. İslami ve kuruluş ve cemaatler üzerinde baskı artarak devam etti ve İslami siyasetin temsilcisi Refah Partisinin ardından devamı olan Fazilet Partisi de kapatıldı. Milli Görüş siyasetinin lideri Necmettin Erbakan siyasi yasaklı hale getirildiği gibi kendisine hapis cezası verildi ve siyasetten uzaklaştırıldı, ta 2010 yılına kadar yasağı devam etti.
1997-1998 öğretim yılından itibaren 28 Şubatçılar ve uygulayıcısı iktidarlar yeni bir nesil inşa etmenin gayreti içinde oldular. Arzuladıkları toplumu eğitim yoluyla yetiştirmenin yanında, yetişkin nesilleri de toplum mühendisliği eliyle değiştirmeyi tercih ettiler. Yeni bir din anlayışının topluma empoze edilerek düzen için tehlike arz eden İslamcı anlayışın kaldırılması gerekiyordu. Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz vb. ilahiyatçılar TV kanallarında rejimin istediği İslam’ı anlattılar, zihinlerde farklı bir İslam kurmaya çalıştılar. Onun yanında “Mealcilik” akımı da piyasaya sürülerek özellikle Hadis ve uygulaması olan Fıkıh ilimlerine karşı bir anti propaganda başlatıldı. Dinin basite indirgenerek uygulamadan kaldırılması arzu ediliyordu ve nitekim bu yolda bayağı mesafe alındı, artık herkes din bilgini olmuş, din hakkında yorum yapmaya başlamıştı…
İnşallah yazımıza önümüzdeki günlerde devam ederek “bu toplum nasıl değiştirildi ve bu günlere nasıl gelindi” sorularının cevaplarını vermeye çalışacağız. Rabbim rızasına uygun bir şekilde Ramazan ayını değerlendirmeyi ve fitne, fesat ve günahlardan uzak kalmayı nasip eylesin. Amin.
HABİB KARAÇORLU